"Ey Türk! Titre ve Kendine Dön!" |
|
|
|
|
|
|
|
|
Ülkücü Esas Bölüm
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İSLAM bÖLÜMÜ
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türklük Bölümü
|
|
|
|
|
|
Haber/Yazı/Makale
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Faydalı Bağlantılar
|
|
|
Türk Medyası
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
OZAN SÖZÜ
1976 yılı Haziran'ın ilk haftasıydı. Üniversite imtihanları dolayısıyla Ankara'da imtihana girecek olan öğrenciler için Kapalı Spor Salonu'nda bir "Gençlik Şöleni"yapılacaktı.Şölen saat 14 sıralarında başlayacaktı,ancak daha erken saatlerde salonun tamamı genelde taşradan gelen öğrenci arkadaşlarımız tarafından doldurulmuştu.Başbuğ'umuz büyük tezahürat altında ve sloganlar eşliğinde salona girmişti.Benim için ilk'lerle dolu bir an idi.Çünkü ilk defa Başbuğ'umuzun huzurunda sahne alacaktım ve ilk defa ülkücü camia içerisinde çıkarılmış bulunan ilk kaseti hediye etme isteğindeydim.Nitekim Başbuğ'umuzun elini öperek kaseti hediye ettim ve programımı bitirerek sahneyi diğer sanatçı arkadaşlarımıza bıraktım.Bu heyecanı,bu gururun tadını ancak 1 gün yaşayabildim.
Ertesi gün Site Yurdunda görevli bir arkadaşımız yanıma gelerek Başbuğ'umuzun bir talimatının olduğunu ve beni Genel Merkez'e çağırdığını ifade etti. Başbuğ'umuzdan zaten 1 gün önce teşekkür dileklerini almıştım. Onun için Genel Merkez'e çağrılmış bulunmam pek hayra alamet değil diye düşündüm. Çünkü hediye ettiğim kasetin içinde o günlerde slogan olarak ifade edilen ancak resmi bir kabulü olmayan "Komünistler Moskova'ya" adlı bir bestem vardı.Genel Merkez'de önce Gençlik Kollar Genel Başkanı Türkmen ONUR ağabey'den nasibimizi aldık!. Ardından Başbuğ'umuzun huzuruna çıktık.
-Evladım...Kasetin için teşekkür ederim...Ama bizim komünistleri Moskova'ya sürme gibi bir arzumuz yok.Aksine bunları memleketin kandırılmış gençleri olarak görüyoruz. "Bu insanları fikir bazında bu girdaptan nasıl çıkarabiliriz ve memlekete hayırlı bir gençlik olarak nasıl ikna edebiliriz"in yollarını bulmaya çalışıyoruz...şeklinde söze başladı.Her cümlenin altında sitemden ziyade tavsiye edici,yönlendirici ifadeler vardı.Sonunda söz konusu olan eserin kasetten çıkarılması kaydıyla izin verebileceğini söyledi...
Bütün bu konuşma sırasında sadece mimiklerle kendimi ifade ediyordum, çünkü bu tavsiye ve nasihatın karşısında kurabilecek bir cümle bulamıyordum. Genel Merkez'den ayrılır ayrılmaz hemen gereken değişikliği yaptım ama o dönemlerde bizim dışımızda korsan olarak çoğaltılan kasetler için önlem alma imkanımız yoktu... Başbuğ'umuz sanatı seven,sanatçıyı koruyan bir liderdi.Ancak bu sevgisini hiçbir zaman gösteri ve reklam anlamında kullanmadı.Ülkü Ocakları'nı kurarken Ocağ'a kısmen bağlı ama teknik anlamda tamamen serbeste dayanan Sosyal Faaliyetler Merkezi ve TÖMFED gibi sanat-kültür organizasyonları yapabilecek kuruluşların oluşturulması talimatını vermşti..Bu kuruluşlarda dönemin ünlü sanatçıları TRT'nin sayılı ses-saz sanatçıları yer almaktaydı.Bununla beraber folklor ekipleri,saz-ses kurs eğitimleri,fotoğraf ve resim sanatı ile bir sinema filmi üretebilecek teknik kapasiteye dahi ulaşılmıştı.Ancak 1980 sonra bu çalışmalar büyük bir sekteye uğradı...
Başbuğ'umuz genellikle büyük çapta yapılan konser organizelerine katılıyordu.Her konserde mutlaka Ozan,Türk Halk ve Türk Sanat Müziği sanatçısı ve folklor ekiplerinin gösteri yapması gerekliliğini istiyordu.Katıldığı tüm konserlerde sanatçılar tarafından okunan bütün marş'lara ve segah makamındaki "Çırpınırdın Karadeniz" şarkısına tamamen eşlik ederdi...Bunun dışında 1980 öncesinde gecelerimizin muhterem bir sanatçısı olan Necdet TOKATLIOĞLU'na ait bulunan "Dua" adlı zamanın popüler rast şarkısı aslında Başbuğ'umuza yazılmış bir eserdi...O dönemin bazı karikatüristleri de "Bu Kadar Yürekten Çağırma Beni,Bir Gece Ansızın Gelebilirim" adlı rast şarkı ile Başbuğ'umuz hakkında ima edici eserler de üretmişti..
GARİP OZAN
Adı: Arslan
1917 yılı dünyada büyük bir karmaşalık olup gitmekte ,bir yanda Rus devrimi öbür yanda hala sürmekte olan savaşın bıraktığı acılar mutsuzluklar vardı. Dünyada bunlar olup bitmekteyken 25 kasım 1917 yılında Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşe'de Koyunoğlu ailesinde bir fert dünyaya gelir.
Arslan ile anavatan 1933 yılında tanışaçak ve ona Alparslan diyecektir. Türk milleti bu ismi unutmayacak onu sonsuza dek Başbuğ diye anacaktır.
1933 yılında Türkiye'ye göç eden Alparslan Kuleli Askeri Lisesine kayıtyaptırır.1936 yılında askeri liseyi başarıyla bitirerek 1938 yılında harp okulundan Teğmen rütbesiyle mezun olur..
Üsteğmenlik ve '' Eyvah! Bakalım bu bize kadar uzanacakmı ?'' diye kendini sorguladığı 19 mayıs 1944 günü. Milli Şef İsmet İnönü'nün radyo konuşması! .Ankarayı, beyinleri, karıştırıyor. Tutuklamalar , aranmalar ,kaçışmalar; Nedeniyse Başbakan Şükrü Saraçoğlunun mecliste '' Ben Türkçü bir başbakanım Türkçülük bizim için bir kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir.'' Açıklamalarıydı.Bugünlerde devlet kurumlarında marksizm propagandaları yapılmaktaydı..Bu duruma kayıtsız kalamayan Nihal Atsız Orkun Dergisinde Başbakana uyarı mekktupları yayımladı. Bu yayımlar etkisini göstererek muhataplarını buldu. Artık Nihal Atsız mahkeme koridorlarındaydı. 3 mayıs günü Nihal atsızın tutuklanmasıyla Milliyetçi, Türkçü gençler sindirilmeye başlanmıştı.
Milli Şefin radyo konuşmasından sonra diğer Türkçülerde tutuklanmaya başlandı.Piyade üsteğmen Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu,Necdet Sancar ,Hüseyin Namık Orkun,İsmet Tümtürk,Reha Oğuz Türkkan....
4 Eylül günü tarihe Turancılık davası olarak geçen mahkemeler başladı.1 yılın sonunda Alparslan Türkeş cezasını fazlasıyla çekerek tahliye olmuştur. 2 yıl Amerika'da Askeri eğitim alan Türkeş Nato'nun kurulmasıyla Türk temsil heyetine atanmıştır.
Silahlı kuvvetler içinde hükümeti devirmek için kurulmuş olan gizli örgüte Talat Aydemir , görev alması için Türkeş'i de davet eder. Türkeş bu daveti kabul etmeyerek teklifi geri çevirir .Akabinde Kurmay albay Faruk Ateşdağlının isteğiyle gizli örgüte girer. Vakit azalırken Cemal Gürsel örgütten ayrılır .Gürselin yerine birkaç general getirilmişti, ancak lider kimdi? 26-27 mayıs gecesi radyodan ''Dikkat Dikkat muhterem vatandaşlar....'' diye başlayan konuşmasıyla darbe gerçekleşti ve lider bulumuştu.27 mayıs günü öğleden sonra Albay radyodan tekrar konuşmaya başladı ve Milli Birlik Komitesinin Başına Cemal Gürselin getirildiğini halka ilan etti.Görev dağılımı yapılıp Türkeş başbakanlık müşavirliğine diğer bir ifadeyle fiili başbakan olmuştu ..DP yöneticilerinin durumu ise meçhul bir hal almıştı.Türkeş ise DP yöeneticilerinin İsviçre'ye gönderilmelerini istiyordu.
Ankara'da bu süreç devam ederken ihanet çarkları tüm hızıyla dönüyor,.Milli Birlik Komitesi bölünmeye başlamış Türkeş ve arkadaşlarının tasfiyesi için çeşitli gerekçeler bulunmuştu.Başbakanlık müşavirliği görevinden alınarak Hindistan'ın Başkenti Yeni Delhi'ye Hükümet Müşaviri olarak atandı. Diğer arkadaşlarıda farklı ülkelere gönderildiler.Artık daha fazla çalışmak ve zamanı tekrar kazanmak lazımdı.Tarihte 14'ler olarak adlandıralan arkdaşlarıyla görüşmelerini gizlice sürdürdü.
Türkiye'de ise idamlardan bahis olunmaktaydı.Türkeş idam konusunda Devlet Başkanı Cemal Gürsel'e DP yöneticilerinin İsviçre'ye gönderilmeleri tavsiyesinde bulunmuştu.Ne yazık ki tarihe bir kara leke olarak geçen 16 -17 eylül geceleri Menderes ve arkadaşları idam edildi.
23 şubat 1963 sürgünden yurda dönüş...
Talat Aydemir Türkeş'e tekrar bir darbe girişiminde bulunmaktan bahseder Türkeş ise''Artık hergün memlekette ihtilalcilik oynanmaz. Türkiye, Suriye gibi her erken kalkanın darbe yapacağı bir ülke olamaz. Seçim yapılmıştır,particilik faaliyettedir.meclis çalışmaktadır.Bu durum da demokratik düzen içinde meşru siyasi faaliyetle hizmet çaresine bakmalıyız.''der ve bahsi kapatır. Başarısız bir darbe girişiminde bulunan Aydemir ve arkadaşlarının sonu hüsran olur.
CKMP Osman Bölükbaşı partiden ayrılmasıyla başsız kalıyor .Türkeşin katılımyla 14'lerden 9 kişide CMKP katılılır.1965 Seçimlerinde Milletvekili seçilerek ve ilk kongrede partiye genel başkan olup demokrasi yolunda ilerlemeye başlar. 1969 yılında Adana'da büyük kurultay toplantısı yapılarak partinin adı Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirildi Ülkücü gençler teşkilatlandırılıp Ülkü ocakları ve diğer Ülkücü dernekler kurulmaya başlandı.Hareket büyümeli herkese ulaşmalı ve mutlaka iktidar olup demokrasi ,adalet, huzur dağıtmalıydı.
1973 seçimleri sonrasında Türkeş Adana dan parlemento'ya girdi. 20 Temmuz 1974 tarihinde silahlı kuvvetler Kıbrıs'a müdahale bulunur. CHP-MSP hükümeti işi götüremeyerek istifa ederler,Cumhurbaşkanı yeni hükümeti kurmak için Sadi Irmak'a görev verir fakat meclisten yeterli oyu alamaz.Cumhurbaşkanı Ülkenin hükümetsiz kalmaması için Sadi Irmak'ı başta tutarak , diğer partilere kendi aralarında anlaşmalarını tavsiye eder.
Yıllarca Siyasetin içinde bulunan ve bu ülkenin tarihine damgasını vuran bilge lider boş durmayarak Türkün üstün vasfı teşkilatcıulığını göstererek AP,MSP,CGP,DP liderleriyle görüşmelerde bulunur.Sadece DP yönetiminden hükümet kumak için anlaşamaz.
Artık fikride kendiside iktidardaydı.Yıllar sonra tekrar başbakanlıkta başbakan yardımcılığı görevinde hizmet için vardı.Ülkede en önemli sorunların başında ola kaçakçılık ortadoğu ülkelerinin de meselesiydi.
Kaçakçılık ve yolsuzlukla mücadele için Türk örf ve adetleriyle yetiştirilmiş bir genç kuşağı gümrüklerde görevlendirmeye başlandı.Gümrükler kontrol altına alınmıştı.
Türkiye'de yeni bir Pazar kuruluyordu, otellerde milletvekili transferleri yapılıyor sözde demokrasi adına.
Tarih yaprakları 11 eylül 1980 'i gösterdiğinde, ülke karışık, karabulutlar Ankara semalarında, Demirel veda konuşmasında....
Gece yarısı Silahlı kuvvetler yönetime el koyuyor , hemen koalisyon liderlerinin tutuklanması emrediliyor. Demirel ve Erbakan tutuklanıyor ama Türkeş bulunamıyor ta ki 3 gün sonra tekrar evine dönen Türkeş sıkı yönetim komutanlığını arıyarak evinden alınmasını isteyene kadar. Böylece darbe başarıya ulaşıyordu(!).tarihte doğumundan önce işlemiş olduğu suçlarla yargılanan belkide tek insan olacaktı.800 kişi Ülkücü kuruluşlar davasıyla 219'u ise idam itemiyle yargılanıyor. 4,5 yıl hapis ,1985 te tahliye ediliyor.Siyasi yasakların kalkmasıyla Albay tekrar kadrosunun başında yarınlara bakıyor ve diyorki;'' Emanet olan davayı kucakladım.Hiç arkaya bakmadan tereddütsüz,hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum.İleriye doğru yürüyorum.hızlanıp koşmak gayreti içindeyiz.koşacağız.. ileriye gittilçe geride kalmayıp beni takip edin ...Bu mücadelede herhangi bir sebeple ben düşersem bayrağı kapın daha ileriye gidin.'
4 Nisan 1997......
İşte o insan ki hayatını vatanına,milletine, davasına bahşetmiş bir savaşçı.Bu yolda her türlü çileye,zorluğa,engele rağmen bıkmadan,usanmadan yorulmadan mücadelesine devam etmiş.O'nun yaktığı bu meşale ile bizler nice karanlıkları aydınlığa dönüştüreceğiz.Başbuğum sancağı bize teslim ederek uçmağa vardı. Bizler kutlu sancağı yere düşürmeden,kirletmeden nefesimizin yettiğince ileriye taşıyaçağız.
Rahat uyu Türk'ün Hakan'ı Ruhun şad olsun. ATİLLA YILMAZ
EMREDİN BAŞBUĞUM
Yıl 1978. Mermi sesleri , boykotlar , işgaller , kurtarılmış bölgeler cenneti haline getirilmiş bir ülkede olup biteni anlamaya , okumaya calışan onbir , oniki yaşlarında ortaokul öğrencisi bir küçük yürektim. Saçı sakalı birbirine karışmış , ne söylediklerini bir türlü anlayamadığım sinsi tiplerle , bıyıkları yerçekimine uygun aşağı doğru sarkık, dimdik yürüyen gözleri çakmak çakmak , nur yüzlü tipler arasında tercih yapmak zorunda kaldığımı hissedince ; hilâl bıyıklı tarafa aktı gitti yüreğim... Sokaktan geçen üç hilâl bayraklı arabalara el sallarken buldum kendimi , arabalardan yükselen ses dalga dalga ruhuma yayıldı gitti : Başbuğ Türkeş , Başbuğ Türkeş , Başbuğ Türkeş... Farkında bile olmadan yürüyüşüm , bakışlarım değişmişti. Yeni öğrendiğim mısraları mırıldanarak , dimdik yürüyordum artık : Çırpınırdı Karadeniz , bakıp Türkün Bayrağına... O günlerin tozu dumanı arasında ülkücülük ne , komünistlik ne bilen kim , sorgulayan kim ? Aklıselim yitirilmiş ,her köşebaşı kan ve karşıma dikilen yegâne soru : Ecevitçimisin , Türkeşçimisin ? Birbuçuk yıla yakın bir süre hemen hemen hergün okulda dayak yememe sebep olsa da kararımı vermiştim . Türkeşçiyim... Hemen sonraki yıllar. Lise yıllarım ve her nasıl oluyorsa bir gecede bir düdük sesiyle bitiveren terör. Yeni bir dönemin başlangıcında dipçik zoruyla kurulan sehpalardan yükselen tekbir sesleriyle titredi , sarsıldı yüreğim : Allahuekber , Allahuekber , Allahuekber......... Sinir bozucu bir sessizliğin hüküm sürdüğü dönemde başlayan üniversite hayatım ve kimsesizliğimizin acısını şiirlerle , bağlamamla paylaştığım ilk günler... Muhafazakar Parti kurulmuş , İsmail Hakkı Yılanlıoğlu Genel Başkan , Başbuğ Mamak'ta...Parti seçime giremediği için bağımsız adaylarla verilen mücadelede sokak sokak el ilanı dağıtan , afişe çıkan bir delikanlı olmuştum , bıyıklarım yeni çıkıyordu. Sabırsızlanıyordum az daha uzasa uçlarını sarkıtacaktım... 1985 yılı. Mamak çıkışında Başbuğumun evinde gerçekleşen fiziki ilk karşılaşmamız. Bende korkunç bir duygu fırtınası . İlk elini öpüşüm ve daha sonra binlerce kez tekrarlayacağımı , hayatıma damgasını vuracağını hiç düşünmeden ağzımdan dökülüveren iki kelime : Emredin Başbuğum 1987 yılında yapılan referandum çalışmaları , siyasi yasakların kalkması , Milliyetçi Çalışma Partisinin kurulması , Bizim Ocak (Ülkü Ocakları) dergisi temsilciliklerinin teşkilatlanması derken , teşkilat hiyerarşisi içinde ilk görev almam ve Afyon ilini ziyaretlerinde iki kişiyi (Başbuğum ve şimdiki MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli) evsahibi sıfatıyla teşkilatımızın kapısında tamı tamına 11 (onbir) ülküdaşımla karşılarken sesim daha bir inançlı , daha bir netti : Evinize hoşgeldiniz , Emredin Başbuğum. 1991 yılında meclise 19 milletvekili ile giren MÇP Genel Başkanı Başbuğ Türkeş'e G.K.S.O.D. (Gençlik kültür ve sanat ocakları) Ocak genel başakan yardımcısı olarak , teşkilat şölenlerimizde halk ozanı olarak , 1993 Söğütözü kongresi çıkışında yeniden MHP Genel Başkanı olan Başbuğuma sunucu ve koruma olarak , 1997 de son yolculuğunda emek verdiği milyonlarca ülkücüden biri olarak aynı ses aynı sözü binlerce kez , bıkmadan usanmadan inançla tekrarladı durdu : Emredin Başbuğum... 1985 yılından 1997 yılına kadar O'nunla geçen dolu dolu 13 yıl... 1992 yılında ülkücü ozanların çoğu gibi bende siyasi rakiplerimizi eleştiren , hicveden türküler söylüyor , destanlar okuyorum. Aynı günlerde partimiz MÇP 19 milletvekilimizle Demirel-İnönü koalisyon hükümetine dışarıdan destek veriyor. Bir ilimizde Başbuğumun da katılacağı bir şölene gitmiştim. Akşam nasıl bir proğram yapacağım konusunda tereddüte girdim. Proğram öncesi kaldığı otele gidip kendisine durumu arzettim : Efendim , ben proğramlarımda sizin ve partimizin dışarıdan destek olduğu liderleri ve politikalarını eleştiriyorum. Sizinde bulunduğunuz bir yerde tavrımın yanlış anlaşılmasından endişe ediyorum. Bu durumda ne yapmam gerektiğine karar veremediğim için sizi rahatsız ettim. Siz nasıl emrederseniz öyle yapacağım dedim. Gülümseyen bir yüz ifadesiyle söyledikleri bana hayat dersiydi. ''Evlâdım , bugüne kadar ne yapmışsan onu yap. Neyin doğru olduğuna inanıyorsan yine onu söyle . Ben yıllardır yaptığınız çalışmalardan dolayı şahsınızdan ve samimiyetinizden eminim. Hükümetle ilgili politikalar ve tavrımız itibarıyla sizde partimizden ve benden emin olunuz , bu günler geçecektir. Cenabı Hakk hepimizin yardımcısı olsun.'' Rahatlamıştım , içimden derin bir oh çekip çıkmak için izin istedim. Odanın kapısına yürüdüm tam çıkmak üzere iken ilk kez ismimle hitap ederek , '' Ahmet Evlâdım '' diye seslendi. Hemen döndüm , ''Emredin Başbuğum'' Ve... ''Milletimize söyleyeceğin sözler için gerekçesi ne olur ise olsun sakın ola kimseden izin isteme. Ülkücü bir ozana yakışmaz.'' Uçarcasına koştum sanki , iki adımda yanındaydım. Ellerine kapandım , ağlıyordum. Elini öpmeme izin vermedi. Sağ eli benim ellerimde , sol eliyle önce gözümdeki yaşları sildi sonra gülümseyerek hafifçe saçlarımı okşadı. Sözleri hala kulağımda : ''Eğilme'' dedi. ''Görevini yap''
Halk Ozanı
Ahmet YILMAZ
Aşk'a Dair...
"Bütün medeniyetler aşka dayanır" Bu cümle sahibinin dünyaya bakışındaki kaliteyi sergilemesi ulaşabileceği, bir arada yaşama noktasındaki en olgun aşamayı aşka dayandıran bir şahsiyet herhalde ölümsüzlük şerbeti ile tanışmış demektir. Çekilen onca sıkıntıya onca işkence faslındaki hayata ve zorlu hallere rağmen aşkı ulvileştirmiş aşkla tarif etmiştir tefekkre dayalı varlığını... Sert, özü demir kertiği bir kişilik ve aşk Alpalan Türkeş'in pek tanınmayan, tanıtılması engellenen yönüdür sanat ve bütünüyle aşk... O'nun sanata ve edebiyata olanilgisi de pek bilinmez. Aşk'ı tarif etmedeki ustalığı böylesine gözardı edilen bir insanın ulaştığı sevgi toplama ve milyonlara varan bir insan varlığı üzerinde sevgi insiyatifi oluşturma başarısını neye bağlayabiliriz ki... Bizzat tanığı olduğum bir mecliste, okuduğu şiirlerin ve zor divan edebiyatı tekniği ile anlattığı manzum eserlerin magazinel değeri olmayacaktır elbette. Çünkü o hayatının hiçbir döneminde tükenilesi işler yapmadı. Attığı her adım aldığı her nefeste yeni bir adım ve yeni bir nefes üretti. Adımlar adımlara, nefesler nefeslere karıştı. Sadece asker kişiliği ile öne çıkarılan ve halkın ilgi ve sevgisini otorite ambalajı ile bloke eden zihniyet onun sanata ve sanatçılara olan ilgisini alakanında ötesine taşıyarak kurumlaştırdığını biliyorlar elbette. Türkiuye'de sinema emekçileri ilk kez onun döneminde ve kendisinin bizzat hazırlatıp meclise verdiği bir teklifle sosyal haklara kavuşturulmuştur. Sinemanın propagandif açıdan ekmeğini yiyenler zor şartlarda yoksul imkanlaral yeşilçama hayat verenleri yurttaşlık haklarından mahrum bırakırken, faşist diye ünlemeye çalıştıkları bir liderin ellerine terketmişlerdi sinemanın istikbalini... O'nun sanat açısından açtığı yolda bugün ilerleyen ve Türkeş geleneğini her alanda yaşatmaya çalışan MHP grubu, yine bir ilke imza atıp "Telif Yasasını" oluşturmuştur. Milliyetçilik ve sanat ayrılmaz ikilidir. Sanat milletin gelişimini, değerlerini yaşatma ve kuşaklara aktarma noktasınmda bir işlev üstlenerek sürdürür. Milliyetçilik için sanat olmazsa olmaz ölçüsündedir. Alparslan TÜRKEŞ bu gerçeğin şuurunda bir lider olarak hatırası ilkeleri, ülküsü ve geleneği ile ölümsüz bir liderdir. Ne mutlu O'nun geleneğini yaşatanlara...
Sanatta da...
Ahmet ŞAFAK
TÜRKEŞ SAYESİNDE...
Bu yazıyı yazabilmek için,çokça "Türkeş Sayesinde" ifadesini kullanmam gerekiyordu.Türkeş,bir neslin,bir milletin mimarı oldu hiç şüphesiz.Ancak ben,sadece şöyle bir kendime dönüp bakmayı düşündüm ve hayatımda "Türkeş Sayesinde" diyebileceğim o kadar çok şey buldum ki... Ben,Türkeş sayesinde imanlı bir genç olmaya çalıştım. Türkeş sayesinde cesur,asil,yiğit bir Türk olmanın önemini anladım. Ben,milletime yapılan zulme ve haksızlığa başkaldırıyı Türkeşten öğrendim. Mıymıntı bir şair olmaktansa,asi bir şair olmanın asaletini Türkeş sayesinde farkettim. Ben,mazluma merhameti,dosta Yunus olmayı,küfrüne dahi dilsiz olmayı ondan öğrendim.Ondan soyumu hesapsızca sevdim. Bugün,sıkılı yumruklarımla,avuçlarımı kanatarak yazdığım şiirlerimin gücü budur,başka birşey değil. Bir yemen türküsünde bağrımı kanatmayı Türkeş sayesinde biliyorum. Türkeş sayesinde, fildişi kulemde oturan bir popçu değil,halkımın hizmetindeyim.Onun için alçaldıkça yükseldiğime inanıyorum. Kısaca,ben "adam" olmayı Türkeş'ten öğrendim.Yapabildiklerim O'nun sayesindedir,yapamadıklarım benden... Mimarım,ustam,Başbuğum,teşekkür ederim.Sana layık olmaya çalışacağım. Hakkını helal et.......
ALİ KINIK
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 88 ziyaretçi Türk burdaydı!
.
|
|
|
|
|